Category Archives: Patrik Syversen

Rovdyr

Olay 1974 yılında İsveç’te geçiyordu sanırım. İki genç çift, minivanlarına atladıkları gibi kamp yapmak üzere yola çıkarlar. Yolculuk sırasında Roger ve Camilla’nın sevgili, Jørgen ve Camilla’nın kardeş olduklarını, Mia ve Roger’in birbirlerinden nefret ettiklerini, Jørgen’in çizgi roman meraklısı, Roger’in da asabi bir kişilik olduğunu anlarız. Tabi bunların filmin gidişatını etkileyecek hiçbir değeri yoktur. Mia’nın yolculuk için koyduğu bazı kurallar vardır. Asla güzergah değiştirilip farklı bir yola girilmeyecek, yoldan yabancı birisi arabaya alınmayacak gibi… Bu sayede slasher klişelerine yapılan gönderme çok hoş. Bir de bu kuralları uygulasalar dünya onlar için çok daha güzel olabilirdi. Eğer bunun adı korku filmi ise, işler hiç de bu ABBA kombinasyonunun istediği gibi gitmeyecektir. Durdukları ücra bir benzin istasyonunda karşılaştıkları tuhaf insanlar yanında, orada tanıştıkları garip bir kızı arabalarına almalarıyla düğmeye basılıyor ve peşlerine takılan bir grup kana susamış avcının oyuncağı haline geliyorlar. Norveç yapımı Rovdyr, türlü korku ve slasher klişelerine rağmen 70 küsür dakikalık süresi boyunca kendini çerezlik niyetine izleten, kendi çaplarında gayet güzel eğlenen çeşitli korku filmi festivallerinden övgüler almış bir yapım. The Descent, Frontier(s), High Tension, Wolf Creek gibilerinin ligine dahil olma gayreti içindeki yüzlerce küçük korku dükkanı objesinden biri. Ve bunların birçoğu gibi çeşitli yönlerden arızalı.

Sayıları gittikçe artan bu tür kan banyosu gerilimler, yönetmenlerin serbest stil denemeleri için birer oyun alanı halindeler. Yönetmen Patrik Syversen’in denemeleri de ikinci veya üçüncü lig için fena sayılmaz. Ama klişelerle dalgasını geçip, sonra da onlardan beslenen konusundan ziyade, teknik açıdan yapılan denemelerdir kastettiğim. Bazı yönlerden 2006 yapımı Broken’ı anımsattı. Aslında çok fazla küçük filmi anımsatacaktır. Katillerin kim oldukları, neden cinayet işledikleri, kurbanların neden bu kadar aptal oldukları, niçin tüm yükün bir kızcağızın omuzlarına yüklendiği sorularını artık bu tür filmlerden herhangi birine sorsanız ıskalama şansınız olmayacak. Yine de onların bu soruların bazılarına cevap verme zorunluluğu hissetmemelerini seviyorum. Kafalarına göre takılıyorlar. Üstelik ucu açık finallerle olayı film sonrasına da taşımayı başarıyorlar. Ama nereye kadar? Nefeslerinin yettiği yere kadar.

Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com